8 Haziran 2015 Pazartesi

Ankara'dan Sufizm’in Kutsal Tasviri Konya Şehri'ne Doğru...


 Ankara’yı arkanızda bırakıp Konya’ya doğru yola çıkarsınız. Gri renkli gök kubbenin altındaki hava biraz kasvetlidir. Şehre giden upuzun asfalt yolun  her iki yanında altın sarısı renginde bozkır uzanır. Yüzyıllar önce Şems’in bu şehre gelirken yürüdüğü yolda aşka dair çarpar yüreğiniz. Kulağınızda çok eski zamanların aşkını notalayan bir neyin sesi çalar...
 

            Bir şehrin tarihini okumakla o şehrin tarihini yaşamak arasında büyük vardır. Şehir mimarisiyle, sokaklarıyla, pazarlarıyla, parkları ve insanıyla kendisine dair ne varsa aktarır. Konya ise yüzyıllar önce sınırları içinde yaşanmış eşsiz bir aşkı, onu arama sevdasına başını koymuş bir dervişi ve o dervişi güneş gibi muhayyilesine doğuran Rumi’yi bize anlatır. İçinde Sufizm’in döngüsünü, Şems’in neyini, Rumi’nin şiirlerini duyabileceğiniz Konya şehrinin tarihinden kısaca bahsedersek;  Konya şehrinin adının Kutsal Tasvir anlamındaki "İkon" sözcüğüne bağlı olduğu rivayet edilir. Mitolojide de geçen bu rivayetlerden birine göre kente bir ejderha musallat olur.  Ejderhayı öldüren kişiye şükran ifadesi olarak bir anıt yapılır ve üzerine de bu olayı anlatan bir hiyeroglif çizilir. İkonion olarak adlandırılan bu anıtın ismi zamanla İcconium'a dönüşür. Roma döneminde ise İmparator adlarıyla özdeşleşerek, Claudiconium, Colonia Selie, Augusta İconium gibi yeni adlar alır. Bizans kaynaklarında Tokonion olarak geçen Konya şehrine ve bölgesine verilen diğer isimler Ycconium, Conium, Stancona, Conia, Cogne, Cogna, Konien ve Konia şeklindedir. Bölgeye gelen Araplar kentin ismini Kuniya olarak değiştirirler. Selçuklu ve Osmanlı döneminde ise şehrin adı Konya olur.
    

       
Anadolu’nun en eski yerleşim yerlerinden biri olan Konya’da yerleşimin Prehistorik çağlarda başladığı görülür. Konya'nın merkezinde yer alan ve aynı zamanda bir höyük olan Selçuklu Devleti hükümdarı II. Alaeddin Keykubat’a ithafen adı verilen Alâeddin Tepesi ve çevresinde yapılan araştırmalar sonucu, prehistorik çağ içinde hem Neolitik ve Kalkolitik hem de Erken Bronz Çağlarına ait kültürel bulgulara rastlanmıştır. İlkçağ’da ise Hititler Anadolu topraklarında büyük bir imparatorluk kurar ve Konya’ya hakim olur. Hititlerin hakimiyetinden sonra Konya şehri Friglerin egemenliği altında Kavania olarak anılır ve sonrasında Lidyalılar, Persler ve Büyük İskender’in istilalarına uğrar. Bu akınlardan sonra Anadolu, Roma İmparatorluğunun hakimiyeti altına girer ve Konya şehri İconium olarak isim değiştirir. İslamiyet’in doğuşu ve yayılmasıyla birlikte faaliyet gösteren İslam Devleti Anadolu’ya harekatlar düzenler ve Konya şehrine de akın eder. Anadolu ve Konya çevresinde ilk İslami oluşumlar da bu akınlar sonucu ortaya çıkar. 1076 yılında Konya şehri Süleyman Şah tarafından Anadolu Selçuklu Devleti’nin başkenti ilan edilir ve 1277 yılına kadar bu statüsünü korur. Alaeddin Keykubad döneminde ise Konya Anadolu’nun en büyük ve en görkemli kenti haline gelir. Selçuklu Devleti’nin yıkılışından sonra Karamanoğulları Beyliği’nin hakimiyeti altına giren Konya, 1467 yılında Osmanlı Devleti’nin kalıcı egemenliğine girer. Osmanlı Devleti’nin yıkılışından sonra ise günümüzde gerek kültürel mirası ve gerekse tarihsel ünüyle İç Anadolu’nun en büyük ve en önemli  kenti olarak varlığını sürdürmektedir.

Konya şehrinin asıl ünü dönemin uygarlıklarınca istilalara uğramasının yanı sıra Mevlana’yla birlikte gelir. Birçok popüler kitaba konu olan Konya şehrinin, Rumi ve Şems’in aşkı ile anlatılması bir yana bir de kenti bu eşsiz aşkın veçhesiyle yaşamak, kadrajınıza şehrin kültürel dokusunu ve usta mimarisini almak bir gezginin paha biçilmez bir deneyimidir. Geçmişin ve şimdiki zamanın harmanlandığı Konya şehrinin gül şerbeti, lezzetli etli ekmeği ve seramik semazen ikonları ise şehre özgüdür.


Modern zamanda şehirlere dair deneyimleyeceklerimiz tarih kitapları, şehir haritaları, değişik tatlar ve seramiklerle sınırlı değil elbet. Ötesi de var. Yüreğimiz gül bahçelerine, yeşil ormanlara, eşsiz mimarilere, sanata ve evrensel aşka doğru yön aldığı müddetçe şehirleri kendi müdrikemize göre şekillendirerek orada zamana karşı direnen edebi meali duygu gözüyle görebiliriz. Duygu gözü ki, evren tarafından bize bahşedilen en eşsiz görselliği sunar, şehirleri, ormanları, sanatı ve insanları sevginin çeşitli rengiyle görürüz. Tıpkı Rumi’nin Şems’in gözüyle dünyayı gördüğü gibi...






            



  







1 yorum:

  1. yüreğine, kalemine, ruhundaki güzelliğe, tasvirine sağlık:) tebrikler.

    YanıtlaSil